Retina Club

Behçet Üveiti Tanısında Hastaya Yaklaşım; Prof. Dr. İlknur TUĞAL TUTKUN’un Uzman Görüşü


Okuma:3117

RC: Değerli Hocam Öncelikle bu önerimizi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ediyoruz. Kısaca kendinizden ve kliniğinizden bahseder misiniz?

İTT:1978 yılında Robert Kolej’den ve 1984 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1986 Yılında Bursa Çekirge SSK Hastanesi’nde mecburi hizmet görevimi tamamladıktan sonra 1987-1991 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalında ihtisasımı yaptım. Sayın Hocam Prof. Dr. Meri Urgancıoğlu'nun 1970 yılında kurmuş olduğu Uvea Departmanına asistanlık dönemimin sonunda uzman olarak beni seçmesi kariyerimin başlangıcı olmuştur.1994-1995’te 1 yıl süreyle Fulbright bursu ile Harvard Tıp Fakültesi,Massachusetts Eye and Ear Infirmary’de Dr. Stephen Foster’ın Üveit ve Oküler İmmunoloji kliniğinde fellowship yaptım. Temel eğitim çok önemli olmakla birlikte, klinik tecrübe ancak çok hasta görerek kazanılıyor. Bu konuda çok şanslıydım, çünkü Meri Hocam’dan hasta potansiyeli çok yüksek bir referans merkezini devraldım. 1996 yılında doçent, 2002’de profesör unvanını kazanarak, 11 yıldır İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları A.D. Uvea Departmanı sorumlu öğretim üyesi olarak görevime devam etmekteyim.  Kariyerim boyunca Hocama layık olmaya, devraldığım mirası korumaya ve yurtdışı tanınırlığını da artırmaya çalıştım. Üveit konusuna ilgi giderek artmakta olup, yurtiçi ve yurtdışından meslektaşlarımız üveit konusunda bilgi ve tecrübelerini geliştirmek amacıyla kliniğimize gelmekte. Nitekim 6 yıl önce gözlemci olarak departmanımıza gelen Dr. Merih Oray’ı kliniğimize ve TOD Uvea-Behçet Birimine kazanmış olmaktan gurur duyuyorum; kendisinin bu yıl Doçentlik ünvanını almasıyla Uvea departmanımız daha da güçlenmiştir.   

 

RC: Hocam izninizle bizimle paylaşacağınız olguya geçelim.

İTT: 36 yaşında erkek hasta 2 gün önce sol gözünde görme kaybı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Hastanın hikayesinde 2 yıl önce sol gözüne kemer tokası çarpmış, damla reçete edilmiş ve sol görüş alanında oluşan çizgilenmeler damla kullandıktan sonra geçmiş. 3 yıl önce kansızlık teşhisi konulmuş, B12 vitamini ve demir ilacı ile düzelmiş. Sistemik sorguda seyrek (senede 1 kez) oral aft tarifliyor, başka özellik yok. Soy geçmişinde özellik yok. Hastanın vücut ağırlığı 70 kilodur.

Hastanın yapılan oftalmolojik muayenesinde sağ göz görme keskinliği tam, sol 2 metreden parmak sayma seviyesinde. Sol RAPD negatif. Göz içi basınçları normal sınırlardadır. Biyomikroskobik muayene bulguları: sağ gözde ön kamara sakin, pupilla serbest, lens saydam, vitrede 1+ hücre mevcut; sol gözde ön kamara ve vitrede 1+ hücre mevcut, pupilla serbest, lens saydamdır.  Hastanın renkli fundus fotoğrafı, FA ve OCT görüntüleri başvuruda alınmıştır.

 

RC: Bu görüntüleri yorumlar mısınız ve görüntüler eşliğinde tanı için neler söylersiniz?

İTT: Sağ arka kutup renkli fotoğrafında ve kırmızıdan yoksun fotoğrafta vitrede bulanıklık olmadığını, optik diskin canlı göründüğünü söyleyebiliriz. Papillomakuler demette ince dikey ILM kırışıklıkları var gibi görünüyor ve bu bulgu epiretinal membran olabileceğini düşündürüyor. Daha dikkat çekici olanı ise üst temporalde ark şeklinde, saat 10 civarında optik diskle birleşen ince bir sinir lifi demeti defektinin varlığı.

Sol gözde vitre çok hafif bulanık, arka kutupta parlak beyaz retinal infiltrasyonlar görülüyor, küçük hemorajiler lezyona eşlik ediyor, disk sınırı hafif silik olmakla beraber belirgin optik disk inflamasyonu yok gibi görünüyor. OCT'de sağ gözde santral makula kalınlığı 357 mikron, papillomaküler demet üzerinde ince bir ERM seçiliyor, fovea temporalinde iç nükleer tabakada 2 küçük kist bu kesitte görülüyor. Sol gözde santral makula kalınlığı 852 mikron, retinal infiltratın diffuz hiperreflektif bir retina kalınlaşmasına yol açtığı, makulanın dekole olduğu, foveal çukurluğun kaybolduğu, özellikle dış nükleer tabakada kalınlaşma olduğu görülüyor.

FA görüntülerinde, her iki gözde optik diskte hiperflöresans, arka kutupta kapiller sızıntılar, sol alt temporal vende hafif bir sızıntı, periferde yaygın eğrelti otu şeklinde kapiller sızıntı görülüyor. Her iki göz temporal ve alt periferde distal damar uçlarının kesintiye uğradığı dikkati çekmekte. Sol gözde retinal infiltratın erken fazda hipoflöresan olduğu, geç fazda sızıntıların artmasıyla hipoflöresan alanın daha küçüldüğü görülüyor. Sağ nasal kadranda parlak hiperflöresan bir pencere defekti mevcut.

Bu hastanın göz bulguları ve görüntülemelerinde Behçet üveiti tanısına yönlendiren özellikleri şöyle sıralayabiliriz: Bilateral tutulum, sağ gözde klinik aktif arka üveit olmamasına karşılık anjiyografide görülen diffuz kapiller kaçak paterni, sol gözde aktif lezyonun retinal infiltrasyon/ödem olması ve retinal kapillarite bağlı hemorajilerin varlığı ve diffuz anjiyografik kaçak olması ve en önemlisi sağ gözde gördüğümüz ince sinir lifi demeti defektinin varlığı ki bu bulgu hastanın sağ gözünde daha önce arka kutupta küçük bir retinal infiltrat olup sekel bıraktığını gösteriyor. Bu bulguların birlikteliği o kadar spesifik ki aklıma Behçet dışında tanı gelmiyor.

 

RC: Böyle bir hasta size başvurunca ilk muayenede hangi tetkikleri yaptırırsınız?

İTT: Neticede Behçet hastalığı klinik bir tanıdır ve hastalar göz dışı bulguları açısından tek tek detaylı sorgulanmalıdır. Bu olgu senede 1 kez oral aft geçirmekte ve bu kadar seyrek oral aft olması ve başka sistemik bulgunun olmaması nedeniyle hasta Behçet tanı kriterini doldurmamakta. Fakat hastanın göz bulguları klinik olarak Behçet üveiti ile uyumlu olduğu için ve Behçet hastaları ilk olarak oküler tutulum ile başvurabileceği için hasta Behçet üveiti olarak kabul edilmelidir. Hastadan paterji testi istenebilir ama yüksek doz steroid verince test negatifleştiğinden biz rutin olarak istemiyoruz. HLA-B51 pozitifliği de tanı kriteri değil, göz bulguları bizi arada bıraktığında biraz daha delil toplayabilmek adına bunları isteyebiliyoruz. Tüm hastalarda ve bu olguda da, her şeyden önce yoğun immunsupresif tedavi başlayacağımız için, rutin kan sayımı, akut faz göstergeleri, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, latent tüberkulozu var mı diye akciğer görüntüleme ve Quantiferon testi, viral hepatit serolojisi istiyoruz. PPD testini, yine çok yüksek doz steroid başladığımız için pek isteyemiyoruz. Sifiliz serolojisi de teorik olarak her üveit olgusunda istenmeli. Biz tanı açısından arada kaldığımız olgularda mutlaka istiyoruz. 

 

RC: Hasta size diğer branşlarla birlikte sistemik değerlendirmeyi ne zaman planlarsınız ve hangi birimlere hangi tetkikler için yönlendirir siniz?

İTT: Pek çok meslektaşım Behçet üveitinden şüphelendiklerinde hastayı dermatoloji veya romatoloji uzmanları ile konsülte edip tanıyı teyit etmek istiyorlar. Çoğu hastada tanı bu şekilde doğrulanıyor ama bu olguda olduğu gibi hastada sadece göz tutulumu varsa, göz dışı manifestasyonlar tanı kriterlerini doldurmuyorsa, diğer disiplinlerden gelecek cevap "hastada Behçet hastalığı düşünülmedi" şeklinde olacaktır. Bu da tanıyı ve immunsupresif tedaviyi geciktirebiliyor. Detaylı bir sistemik sorgulama mutlaka yapıyoruz. Hastanın genital ülser sekeli var mı diye dermatologun görmesini isteyebiliyoruz. Yine eritema nodozum, yüzeyel tromboflebit, psödofolikulit gibi deri lezyonları varsa tanıyla uyumlu mu diye ve paterji testi için dermatolojiye yönlendiriyoruz. Eklem tutulumu, derin ven trombozu şüphesi varsa mutlaka romatolojiye, nörolojik tutulumdan şüpheleniyorsak nörolojiye yönlendiriyoruz. Özellikle BRVO ön planda gelen hastalarda dural sinus trombozu, vasküler Behçet, pulmoner arter anevrizması riski yüksek olduğu için o hastaları konsulte etmek gerekir. Bizim ve diğer disiplinlerin iş yükü nedeniyle tüm hastalarımızdan konsultasyon istememiz imkânsız, zaten göz tutulumu ön planda ve şiddetli olan hastaların çoğunda diğer manifestasyonlar pek ağır olmuyor ve bizim uyguladığımız tedavilerle baskılanıyor. Nörolojik tutulum tabi bir istisna.

 

RC: Tedavi başlamadan önce dikkat edilmesi gereken durumlar sizce nelerdir? Tedavide ilk olarak hangi seçeneği düşünürsünüz?

İTT: Yukarıda belirttiğim gibi, aktif ve latent enfeksiyonların dışlanması gerekir. Hastanın vital organ fonksiyonları ile ilgili laboratuar testlerini de istiyoruz, hem herhangi bir problem varsa saptamak için hem de takipte karşılaştırabilmek için. Arka segment tutulumu olan tüm Behçet hastalarında immun modulatuar tedavi başlanması gerekir. Bu olguda olduğu gibi ciddi görme kaybı tehdidi olan hastalarda güçlü antienflamatuar tedavi gerekir. Seçeneklerimiz intravenöz pulse steroid, subkutan interferon veya intravenöz infliksimab infüzyonu. SUT'a uygun algoritmaya göre ilk basamak konvansiyonel tedavi olduğu için bu hastaya intravenöz 1gram metilprednisolon infuzyonu, cevaba göre muhtemelen 3 gün, beraberinde azatioprin 100mg/gün, siklosporin 200mg/gün başlarız. Kombine rejim uyguladığımızda immunsupresif ilaçların dozunu nispeten düşük tutuyoruz, standard dozu uygulamıyoruz (azatioprin 2,5mg/kg/gün; siklosporin 5mg/kg/gün).

 

RC: Muayeneleri hangi sıklıkla yaparsınız ve kontrollerde nelere dikkat edersiniz?

İTT: İntravenöz pulse steroid vereceğimiz zaman genellikle hastayı yatırıyoruz. Ayaktan versek bile 3 günün sonunda cevaba bakarız, yetersiz ise 2-3 gün daha pulse devam edebiliyoruz, sonra steroidi oral tedaviye geçip hastayı 10-14 gün sonra tekrar görürüz. Vizyon ve göz dibi bulguları yanında ön kamara flare düzeyi ve OCT görüntüleri özellikle dikkat ettiğimiz parametreler. Ayrıca daha sonra tedavinin etkinliğini değerlendirebilmek için tedavi öncesi FA çekeriz.  Bu hasta, laser flare fotometre cihazımızın bozuk olduğu bir dönemde geldiği için flare ölçemedik.  Ama hem flare hem OCT her hastamızın her vizitinde rutin değerlendiriliyor. Bir de ikinci hafta vizitinde hastanın laboratuarını mutlaka tekrarlarız, özellikle karaciğer enzimlerinde yükselme var mı diye. Özellikle azatioprini metabolize edemeyen hastalarda erken hepatotoksisite gelişebiliyor. Daha sonra oral steroidin azaltılması ile 2 ay civarında 7,5mg/gün dozuna iniyoruz ve hastayı tekrar görüyoruz. En az birkaç hafta bu dozda kaldıktan sonra hedefimiz olan 5mg/gün olarak oral steroidi immunsupresiflerle beraber devam ediyoruz.

 

RC: Uygulanan tedavinin etkinliğini değerlendirmek için nelere bakarsınız? Hangi durumlarda tedaviyi tekrar değerlendirmeye ihtiyaç olduğuna kanaat getirirsiniz?

İTT: Hasta steroid azaltımı sırasında atak geçirirse veya makula ödemi gelişmesi nedeniyle görmesi azalırsa hemen geliyor ve o zaman tedaviyi değerlendirmemiz gerekiyor. Atak olmamasına ve ön kamarada hücre olmamasına rağmen flare yüksek kalıyorsa (10 foton/ms veya üzeri) arka segmette subklinik aktivite, yani kapiller sızıntı devam ediyor demektir. Takibin 3-4 ayı civarında çekilen FA'da sızıntılar teyit edilebilir. Anjiyografik kaçakta tatminkar bir azalma yoksa da tedaviyi yeniden değerlendirmek gerekiyor.

 

RC: Tedavinin yetersiz olduğunu düşünürseniz ilave tedavi modaliteleriniz nelerdir?

İTT: Konvansiyonel tedavi altında yeni atak, makula ödemi gelişmesi, veya diffuz kapiller kaçağın yeterince azalmaması, veya konvansiyonel tedaviye intolerans varsa öncelikle interferon tedavisine geçmeyi düşünürüz, interferon veremeyeceğimiz bir hasta ise anti-TNF tedavi için onay başvurusu yaparız.

 

RC: Göz içi enjeksiyon endikasyon, uygulama ve değerlendirme kriterleriniz nelerdir?

İTT: Biyolojikler kullanıma girmeden önceki dönemde, unilateral şiddetli atağı olan, yüksek doz steroid veremeyeceğimiz hastalara ve dirençli makula ödemi olanlara intravitreal triamsinolon enjeksiyonu yapmak zorunda kalıyorduk. Bu grupta glokom ve katarakt gelişim riskinin çok yüksek olduğunu gördük. İntravitreal deksametazon implant daha güvenli. Ama sadece interferon veremediğimiz veya tolere edemeyen hastalarda diğer biyolojiklere onay beklerken köprü tedavi olarak uyguluyoruz. Cevapsız bir hastayı konvansiyonel tedavide tutup tekrarlayan intravitreal enjeksiyonlar yaparak takip etmenin mantığı yok. Maalesef literatürde böyle yayınlar var. Behçet hastalığı sistemik bir hastalık ve sistemik tedavi gerekir. Unilateral tutulum olan hastalarda bile intravitreal enjeksiyonun etkisi 3-4 ayda bittiğinde atak tekrarlamasını önleyecek bir sistemik tedavinin devreye girmiş olması lazım.

 

RC: İnterferon tedavisi endikasyon, uygulama ve değerlendirme kriterleriniz nelerdir?

İTT: Endikasyonu yukarda söyledim. Ayrıca herhangi bir enfeksiyon hikayesi veya riski olanlarda, örneğin, viral hepatiti veya taşıyıcılığı olanlarda ,oküler herpes hikayesi olanlarda, latent tüberkülozu olanlarda daha güvenli bir seçenek olduğundan öncelikle tercih ediyoruz. Bunlara ek olarak sistemik kortikosteroid kullanımı kontrendike olduğu durumlarda (örneğin mide ülseri, ciddi osteoporoz, diyabet, avasküler kemik nekrozu vb.) ilk tercih interferon olmaktadır. Buna karşılık duygu durum bozukluğu, depresyona yatkınlığı olanlarda interferondan kaçınıyoruz. Doza gelince, şiddetli bir üveit atağı veya ciddi bir makula ödemi için başlıyorsak ve hasta en az 60kg ise interferon alfa-2a 6miU/gün başlayıp toleransı yakın takip ediyoruz, cevap aldıktan sonra tedricen 3miU/gün ve sonra günaşırı dozlara iniyoruz. En düşük idame dozumuz tipik olarak haftada 2 gün 3miU.  40-50 kilolarda bir hastada, özellikle kadınlarda, başlangıç dozumuz 3miU/gün oluyor. Atak veya makula ödemi nedeniyle başlamıyoruz, sadece devam eden yüksek flare / anjiyografik kaçak için interferona geçiyorsak başlangıç dozumuz düşük olabiliyor (3miU gün aşırı gibi). Tedaviye cevabın değerlendirilmesi konvansiyonel tedavide olduğu gibi. Genellikle tedavinin 6. ayında FA da sızıntıların devam edip etmediğine bakarız.

İnterferon tedavisinin başlangıcında, ateş, ağrılar, halsizlik, iştahsızlık gibi gribal semptomlar hep oluyor. Mutlaka parasetamol reçeteleriz. İnterferon ilk dozundan itibaren diğer immunsupresifler hemen kesilmeli, oral steroidi de sürrenal yetmezliğe neden olmayacak şekilde azaltmaya çalışıyoruz, düşük doz (<7,5mg/gün) oral steroid devam edebilir. İnterferon tedavisinde tam kan sayımı ve karaciğer enzimlerinin takibi çok önemli; ciddi sitopeniler gelişebiliyor; yüksek dozda gittiğimiz dönemde haftada bir, sonra ayda ve 2 ayda bir laboratuar değerlendirmesini yapıyoruz. Sitopenilerde veya karaciğer enzim yükselmesi durumunda, dozu azaltmak hatta bir müddet ara verip daha düşük dozdan başlamak gerekiyor. Hastaların kilo kaybı, saç dökülmesi, halsizlik gibi şikayetleri sık oluyor, ama göz cevabı çok iyi olduğu için çoğu hasta bunları tolere ediyor. En önemlisi depresyon ve diğer psikolojik bozuklukların takibi. Bu gibi olası istenmeyen etkiler ortaya çıkar ise muhakkak bize haber verilmesi konusunda hem hastaya hem de yakınlarına tembih etmek gerekiyor; bizde vizitlerde anlamaya çalışıyoruz. Maalesef her hasta için liyezonpsikyatri yardımı almamız mümkün değil, ama şüpheli hastaları göndermek, depresyon belirtisinibiz fark edersek de interferonu hemen kesmek gerekir.

 

RC: Anti TNF tedavisi endikasyon, uygulama ve değerlendirme kriterleriniz nelerdir? Anti TNF olarak ilk olarak uyguladığınız ilaç hangisidir? Diğer Anti-TNF ilaçlara geçme kriterleriniz ve sırayla tercih ettiğiniz ilaçlar hangileridir?

İTT: Anti-TNF tedaviyi interferon tedavisine cevap vermeyen, tolere edemeyen veya kontrendike olan hastalarda uyguluyoruz. 2000'lerin başından itibaren infliksimab ilk anti-TNF seçeneğimiz oldu. 2005 yılında yayınladığımız bir pilot çalışmamızda romatoloji dozlarının Behçet üveitinde atakları önlemede yetersiz kaldığını gördük. Bu nedenle 5-10 mg/kg dozda 0. ve 2. haftada yükleme ve sonra ayda bir intravenöz infliksimab infüzyonlarını tekrarlayarak tedaviye devam ediyoruz. İnfliksimab şimerik bir monoklonal antikor olduğu için ilaca karşı antikor gelişebiliyor. Bunu azaltmak amacıyla bir antimetabolit ajanla kombine edilmesi önerilmekte. Anti-TNF alan Behçet hastalarımız zaten en şiddetli tutulum olan olgular olduğu için biz azatioprin, hatta hem azatiopin hem de siklosporin tedaviye de düşük dozlarda devam ediyoruz. İnfliksimab'a direnç gelişen, infüzyon reaksiyonu olan hastalarda da adalimumab'a geçiyoruz. Son yıllarda, remisyon sağladıktan sonra diğer bir anti-TNF ajan olan ve daha güvenli bir seçenek olan adalimumab tedavisi ile idame etmeyi tercih ediyoruz. İnfliksimab'ın intravenöz infüzyonla yüksek kan düzeyleri sağlaması, güçlü ve hızlı antienflamatuar etkisi nedeniyle, atak tedavisinde hala tercih edilecek ajan olduğunu düşünüyoruz. Ama hastada atak yok, sadece devam eden subklinik inflamasyon varsa adalimumab iyi bir seçenek oluyor. Adalimumab'ın plasebo kontrollü çalışma sonucu üveit tedavisinde etkinliği ve güvenliğinin ispatlanıp FDA, EMA, ve bizim Sağlık Bakanlığı onayını almış olması nedeniyle, önümüzdeki dönemde ilk anti-TNF seçenek olmasını ve buna yeterli cevap alınamazsa ikinci seçenek olarak infliksimaba geçilmesini öngörüyorum.

Anti-TNF tedavi alacak hastalarda latent tüberküloz taraması çok önemli, varsa mutlaka 9 ay izoniazid profilaksisi uygulanıyor. Viral hepatit belirteçleri de bakılıyor. Zaten hastalar her 3 ayda bir güvenlik açısından multidisipliner değerlendiriliyor. Hasta tedavi sırasında bir enfeksiyon geçiriyorsa anti-TNF dozunu erteliyoruz. Özellikle infliksimab dozunun gecikmesi "rebound" ataklara yol açabiliyor; oral steroid dozunun biraz artırılması bir önlem olabilir. Zaten kronik steroid tedavisinde olan hastaların sürrenal baskılaması nedeniyle, enfeksiyon sırasında biraz daha steroid artırılmasına ihtiyaçları oluyor.

 

RC: Tedavi Sonrası ne tür komplikasyonlarla karşılaşabiliriz ve bu komplikasyonların görülme sıklığını azaltmak için neler yapılabilir?

İTT: Anti-TNF tedavi konusunda bizden çok daha tecrübeli romatolog meslektaşlarımızdan yardım ve görüş almak gerekir. Anti-TNF tedavinin en çekindiğimiz istenmeyen olayları allerjik reaksiyonlar (özellikle infliksimab), tüberküloz ve diğer fırsatçı enfeksiyonlar.

 

RC: Hastanın kendisinde önceden atak öyküsü olması tedavi tercihinizi değiştirir mi?

İTT: Hasta daha önce hiç tedavi almadı ise tedavi algoritmasını SUT belirliyor. Ama daha önce tedavi altında atak geçirmiş bir hasta ise tabiki daha güçlü bir tedaviye geçmeyi tercih ediyoruz. Hastanın bir veya iki gözünde daha önceki ataklardan kalan hasarın derecesi bizim tedavi tercihimizi daha çok etkiler.

 

RC: Hastanın ailesinde üveit/behçet öyküsü olması tedavi tercihinizi değiştirir mi?

İTT: Hastanın ailesinde Behçet hastalığı öyküsü olması tedavi tercihimizi etkilemez, çünkü her aile bireyinde hastalık farklı seyir gösterebiliyor.

 

RC: Takip aralıklarınız nedir? Sizce tedavi süresi ne kadar olmalıdır? Tedaviyi sonlandırma kriterleri var mıdır?

İTT: Başlangıçtaki sıkı takip döneminden sonra takip aralığımız 3 ay, hastalık kontrol altında ve en az 1 yıldır atağı yoksa 6 aylık aralıklara çıkabiliriz. Ama biyolojiklerde yan etki takibi için 3 aylık aralar devam etmek zorunda. FA'da optik diskte boyanma, hafifte olsa retinal kapiller sızıntı olan hastalarda birkaç yıldır hiç atak olmasa bile tedaviyi sonlandırmıyoruz. En az 2 yıldır hiç atak olmayan, FA da hiçbir aktivite göstermeyen hastada bile birçok başka faktörü göz önüne alıyoruz, hastanın yaşı, cinsiyeti, tek göz olup olmaması, başka bir ciddi organ tutulumu olup olmaması gibi. Genellikle interferon ile tam remisyona girmiş hastalarda tedaviyi daha güvenli kesebiliyoruz, çünkü interferon kalıcı remisyon sağlayabilen bir ajan. Buna karşılık anti-TNF ile remisyona girmiş hastada daha temkinli davranıyoruz.

 

RC: Gelecekte yeni tedavi yöntemleri açısından nasıl gelişmeleri ön görmektesiniz?

İTT: Hastalığın immunogenetiği ve patogenezini aydınlatmaya yönelik araştırmalar devam etmekte. Yeni yolaklar belirlendikçe bu yolakları hedefleyen ajanlar da kullanıma girecektir. Bir immunoçiple her hastanın patogenezde rol oynayan genlerinin haritasının çıkarılabilmesini ve o haritaya yönelik biyolojik kokteyl kullanılabilmesini hayal ediyorum.

 

RC: Başka eklemek istediğiniz mesajınız var mıdır?

İTT: Japonya'da toplumun genetik yapısının değişmemesine rağmen, sosyoekonomik gelişme ve refah düzeyinin artması Behçet hastalığının insidansının azalmasına ve hastalığın şiddetinin de düşmesine yol açtı. Özellikle ağız ve diş sağlığına verilen önem ve hem aile içinde hem de kreş-anaokulu döneminde diş fırçalama alışkanlığının Japon toplumuna kazandırılmasının rolü üzerinde duruyorlar. Bu durum epigenetiği de etkileyerek sonraki kuşaklara da aktarılmakta. Türkiye'de de benzer gelişme olabilir mi bilmiyorum; ama hastalarımızın yaşam koşulları iyileştirilebilse ülke ekonomisinden biyolojik ajanlara yaptığımız harcamanın azalacağına inanıyorum.

 

RC: Değerli cevaplarınız için teşekkür ederiz.

İTT: Ben teşekkür ederim.

 

Not: Katkılarından dolayı Dr. İlknur Tuğal-Tutkun ve Dr. Mehmet Çıtırık’a teşekkür ederiz.

 

Web sitesindeki bu bilgiyi, sunu ve yayınlarınızda aşağıdaki şekilde kaynak göstererek kullanabilirsiniz.

(Tuğal Tutkun İ, Çıtırık M, Teke MY. Behçet Üveiti Tanısında Hastaya Yaklaşım; Prof. Dr. İlknur TUĞAL TUTKUN’un Uzman Görüşü. http://www.retinaclub.com/ Son Güncellenme Tarihi 01/05/2018).